22 Eylül 2023 Cuma
MKÜ’DEN BAŞKAN ALTAY’A FAHRİ DOKTORA UNVANI
15 TEMMUZ RUHU VE MİLLİ BİRLİK GÜNÜ
Kirli siyaset ne mi?
ÖNTÜRK’ÜN “A” TAKIMI HATAY İÇİN SAHADA
KUDÜS, FİLİSTİN’İN BAŞKENTİDİR
ÖNGÖRÜSÜZLÜK, BAHANELER VE GELECEK KAYGISI
İnsan tanıdığını sever, tanıdığından korkar. Hayali bir sevgi hayali bir korku olamaz. Dünyanın en iyi insanı da olsa tanımadıktan sonra sevemezsiniz.
Askerde bir er komutanı tanıyor. Komutanı kendisine yat diyor, yatıyor, kalk diyor, kalkıyor, sürün diyor, sürünüyor. Tokat atsa, küfür etse dahi sesini çıkarmıyor. Çünkü komutanını tanıyor, komutanından korkuyor, komutanı kendisini cezalandırabilir.
Ama aynı şâhısa Allah namazı emrediyor, kılmıyor. Orucu emrediyor, tutmuyor. Zekâtı emrediyor, vermiyor. Cehennem var dendiğinde ‘artistlerde oraya gidecek, buluşuruz.’ diyor.
Komutanından bu kadar korkan çekinen şahıs Allah’ın emri karşısında niçin böyle nankörlük yapıyor?
Çünkü komutanını tanıdığı kadar Allah’ı tanımıyor. Dolayısıyla Allah’ı hakkıyla tanımadığı için Allah’tan hakkıyla korkmuyor, Allah’ın emrettiklerini yapmıyor.
Allah’ı tanımak; Allah’ın eserleri olan iki kitabını birlikte okumaktan geçer. Allah’ın iki kitabından birisi Kur’an-ı Kerim, ikincisi ise kâinat kitabıdır.
Kâinattaki bütün eserler, -çoğunluğu doğrudan, bazıları da dolaylı olarak- Allah’ın eseridir. Güneş, Ay, yıldızlar, bütün insanlar, hayvanlar, bitkiler vb. eserler. Doğrudan direk bizatihi Allah tarafından yapılmış, yaratılmış eserlerdir.
Edison’un lambası, arabalar, uçaklar, bilgisayarlar, cep telefonları, televizyonlar kısacası insanların yaptıkları resimler dahil her şey Allah’ın dolaylı olarak yaptığı, yarattığı eserlerdir.
Çünkü Edison Allah’ın verdiği akılla, gözle, kulakla ampulü bulmuştur. Bu organları yaratan Allah olduğuna göre bu organlarında gerçek sahibi Allah’tır. Edison’a emanet olarak vermiştir.
Ayrıca Allah tabiata ampulün, kablonun, mıknatısın vb. ham maddesini ve elektrik oluşumunu sağlayacak kanunları koymasaydı, Edison ampulü icat edemezdi.
Dolayısıyla, ampulün veya uçakların, cep telefonlarının, televizyonların kısacası insanların yaptıkları icat ettikleri her şeyin tabiri caizse binde 999 hissesi Allah’ın, binde 1 hissesi ise mucitlerindir, o hisse de tembellik yapmayıp cüzi iradesini kullanıp çalışmalarından dolayıdır.
İşte kâinatta bu eserleri fizik, kimya, biyoloji, astronomi, tıp vb. ilimlerle okuyup; Allah’ın sonsuz ilim, kuvvet, kudret, azametini görmeyi hissetmeyi, tefekkür etmeyi Kur’an emrediyor. Bütün kâinatı ve içindekileri insan için yarattığını, insanı da niçin yarattığını Kur’an açıklıyor.
Bütün kâinatta bulunan bitkilerden hayvanlara, Güneş’ten yıldızlara, atomlardan zerrelere kadar yarattığı bütün varlıklara çok değişik görevler yükleyen Allah; Bütün kâinatı insan için yarattığına göre elbette O’na da en büyük ve en önemli görevi yükleyecek, yüklemiş ve yükledikleri görevleri elçisi aracılığı ile gönderdiği kitap olan Kur’an-ı Kerim’de bildirmiştir.
İnsan, Allah’ın elçisi aracılığı ile gönderdiği Kur’an-ı Kerim rehberliğinde; Allah’ın yarattığı kâinat kitabını iyi okursa Allah’ı daha iyi tanır. Sevilecek varlıkların sevilecek vasıflarını yaratan Allah’ın elbette sevilmeye en layık olduğunu görür anlar ve Allah’ı sever.
Bütün canlıların kalplerini, kâinatı ve küreleri kudret elinde tutan Allah’ı tanır. O’nun gadabını celbetmenin; tarifi mümkün olmayan ne büyük bir felaket olduğunu anlar. Emrini yapmaya, yasaklarından kaçınmaya çalışır. Günah işlediğinde de hemen çarçabuk tevbe eder.
“Allah indinde (makbul olan) tevbe, kötülüğü ancak cahillik sebebiyle yapacakların, sonra da çarçabuk (vaz geçip) tevbe edecek olanların (tevbesi) dir. İşte Allahın, tevbelerini kabul edeceği kimseler bunlardır. Allah (herkesin içini dışını) hakkıyle bilendir, tam bir hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nisa:4/17)
Bütün bu yukarıda anlatılanlarla birlikte; Yüce Yaratıcı kendisini tanıyacağımız mihenk taşlarını dimağımıza yerleştirmeseydi, Allah’ı tanıyamazdık.
X marka bir televizyon kumandasına sadece X marka televizyonları tanıyacak, açacak bir program yüklenmiştir. X marka televizyon kumandasını Y marka bir televizyona istediğiniz kadar çevirin, kumandanın düğmesine basın, Y marka televizyonu açamazsınız. Çünkü kumanda da Y televizyonu tanıyacak bir program yüklü değildir.
Aynen öyle de;
Allah; dünya ve dünya içindeki, cennet ve cennetin içindeki varlıkların; güzelliklerini fark edecek, sevdirecek, takdir ve tahsin ettirecek ölçüleri, mihenk taşlarını, insanın dimağına koymasaydı; insan öküzün trene baktığı gibi; dünya ve dünya içindekilere de, cennet ve cennet içindekilerine de bakardı. Mesela delilerin dimağına mihenk taşları koymadığı için onlardan hesap da sormuyor.
Cenab-ı Hak dünyadaki varlıkların tatları adedince; dilimize o tatları ölçecek mizancıklar yerleştirmiştir. Dilimiz, ağzımıza gelen her bir maddenin tadına bakacak, vücudumuza faydalı ise midemize gönderecek, zararlı ise dışarı atıp üstüne de tükürecek. Elimizin derisine o mizancıklar yerleştirilmediği için elimizi bala batırsak da, yağa batırsak da tadlarını alamayız.
Mesela leş etler; kurtlara, aslanlara, kaplanlara, kartallara, kargalara göre güzeldir. Onlar ağızlarını şapırdatarak leşleri yerler. Çünkü onların dillerindeki tat alma programlarına, burunlarındaki koku olma programlarına leşlerin tatları, kokuları güzel olarak tanımlanmıştır, girilmiştir.
Oysa leşlerin tatları bizim dilimizin programına, kokuları burunlarımızın programına iğrenç olarak kodlanmıştır, girilmiştir. Dolayısıyla biz leşi görüp kokusunu duyunca iğreniriz.
Ayrıca insanlar arasında da farklılıklar vardır. Kimi insanlar acı yemekten, kimisi tatlı yemekten zevk alır. Kimine çok güzel görünen, kimine çirkin görünür. Yani Allah’ın bize taktığı damak zevkleri, göz zevkleri, kulak zevkleri, burun zevkleri farklılık gösterebilmektedir. Biber aynı biber, müzik aynı müzik olsa da bizlere takılan ölçü aletlerindeki farklılıklar, farklı davranış sergilememize sebep olmaktadır.
Bütün sevilecek varlıkların sevilecek vasıflarını koyan Allah elbette sevilmeye en fazla layıktır. Annemizi babamızı çocuklarımızı seviyoruz. Baharı, çiçekleri, kuzuları seviyoruz. Denizi, ırmağı seviyoruz. Sarayları, köşkleri seviyoruz. İyi insanları seviyoruz. Kuşları seviyoruz.
O sevilecek varlıklara sevilecek vasıfları koyduğu gibi o sevilecek varlıkların sevilecek vasıflarını algılayacak, tartacak, sevecek ölçüleri, mizancıkları da dimağımıza yerleştiren yine odur.
Yavrusunu korumak için tavuğu aslana saldırtan sevgiyi, şefkati tavuğun sinesine yerleştiren odur. Eğer bu ölçüleri dimağımıza yerleştirmeseydi, öz anne-babamızı evladımızı da sevmezdik, onlara bakmazdık.
Dolayısıyla görünüşte; anne babamızı, evladımızı biz seviyoruz, onlar için hayatımızı feda ediyoruz. Ama gerçekte o şefkat duygusunu sinemize yerleştiren şefkat ediyor. Bize yerleştirdiği şefkat duygusu ile onlara bizi hizmetkâr yapıyor.
Lezzetlerin kaynağı, yaratıcısı, lezzetleri tartacak, tanıtacak, sevdirecek ölçülerin yaratıcısı, insanlara yerleştireni Allah olduğuna göre elbette en büyük lezzet ölçüsünü kendi cemalini seyrettirmek için dimağımıza koyacaktır.
Aşağıdaki hadisi şerifte de Davut Aleyhisselamın; Allah’tan isteği; Allah’ın hem kendisini sevmesini, hem de kendisinin Allah’ı her şeyden daha çok sevebilmesi için Allah’ın sevgisini kalbine koymasını istiyor.
Tabiri caizse; sevgisini kalbinde her şeyden üstün kılması(program yüklemesi) için Allah’tan duasında istiyor.
“Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Hz. Davud (aleyhisselam)’un duaları arasında şu da vardır: “Allahım! Senden sevgini ve seni sevenlerin sevgisini ve senin sevgine beni ulaştıracak ameli talep ediyorum. Allah’ım! Senin sevgini nefsimden, ailemden, malımdan, soğuk sudan daha sevgili kıl.”[Tirmizi, Da’avat 74, (3485). ]
Dünya’yı yaratan, dünyanın içindeki güzellikleri yaratan, güzelliklere lezzetleri takan, güzelliklerdeki lezzetleri tadacak duyguları bize yerleştiren, Dünya’yla kıyaslanamayacak kadar güzel cenneti yaratan Allah;
Cennet ehlinin kalbine de Cemalullahla müşerref olmaları için;
En büyük saygıyı, en büyük sevgiyi, en büyük aşkı, en büyük şevki koyacaktır. Cennette insanların bin senede aldığı zevk ve lezzetin bir saatına karşılık gelmeyecek bir zevk ve lezzeti; Cemalullahını seyrettirmekle aldıracaktır.
Dolayısıyla Allah elbette en güzeldir. O’nun cemali en güzeldir. O’nun cemalini görmek en büyük nimettir. En büyük lezzettir. Tüm güzellikleri yaratan Rabb’imizi görmek, O’nun cemalini seyretmek, selamını dinlemek kadar büyük bir saadet olabilir mi?
Bu büyük buluşmanın gerçekleşmesi akla göre mümkün, kaynaklarımıza göre kesin olduğu hâlde bazı insanlar bu konuda şüpheye düşebiliyorlar. Allahu Tealâ’nın müminler tarafından görüleceği konusunda şüphesi olanlar şu soruları soruyorlar: “Gözümüz bunca mesafeden güneşe bile bakamıyor. Güneşi ve bütün âlemleri yaratan Yüce Allah’ın zatına bu göz nasıl bakacak, buna nasıl dayanacak? “ (Sorusunun cevabı haftaya cumaya inşallah)
Ateizm-Deizm (Milli Manevi Değerleri Yok Etme Projesi) kitabımdan http://ateizmdeizmprojesi.com
Cumanın feyzi bereketi üzerinize olsun.