DİNİ DOĞRU ÖĞRENMEK İÇİN
Dinimizin bildirdiği bir şeyde şüpheye düşen kimse, Allahü teâlâ ve Onun Peygamberi, bu şey ile neyi bildirmek istemiş ise; “Öylece îmân ettim, inandım.” demelidir. Hemen, şüphesini giderecek bir din âlimi aramalıdır. İlmine ve dine bağlılığına güvenilir, zeki, ârif, haramlardan kaçınan, din bilgilerinin inceliklerini bilen, müşkilleri çözebilen bir zâtı arar, bulur. Bundan aldığı cevap, şüphesini giderince, artık öylece îmân eder. Böyle bir zâtı aramak farzdır. Tesadüfe bırakmayıp, hemen aramalıdır. Bulamazsa veya bulup da, şüpheden kurtulamazsa, Allahü teâlânın ve Resulünün dilediği gibi inandım demeli ve şüphesinin giderilmesi için, Allahü teâlâya duâ etmeli, yalvarmalıdır.
İşte, bunun için, her şehirde; müşkilleri çözebilen bir zâtın bulundurulması farz-ı kifâyedir. Felsefecilerin iftirâlarını, fen ve felsefe bilgileri ile karşılayabilen, fen adamı geçinenlerin itirazlarını, fennî metotlara dayanarak çözebilen, kâfirlerin yanlış sözlerini, dinlerindeki bozuk yerleri ispat ederek, reddedebilen, doğru yoldan ayrılmış olanların, fitne ve fesat ateşlerini söndürebilen, dünya tarihini iyi anlamış, matematik bilgisi kuvvetli ve İslâm bilgilerinin derinliklerine ermiş bir din âlimi bulundurmak lâzımdır. Vaktiyle İslâm devletleri böyle âlim yetiştiriyordu. Böyle bir din âlimi bulunmazsa, İslâmiyet, din câhillerinin elinde oyuncak olur. İstedikleri gibi din kitapları yazar, gençlerin dinsiz yetişmesine sebep olurlar. Bir memlekette, İslâmiyetin yerleşmesi için, her şeyden önce, hakiki din âlimi yetiştirmek lâzımdır.
Din âlimi bulunmazsa, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını yaymaya çalışmalıdır. Bu kitaplar bulunmazsa, din câhilleri, din adamı şekline girip, kitap yazarak, konferanslar, dersler vererek milletin dinini, îmânını çalarlar.